18 Ekim 2010 Pazartesi

Bi’ şey (?) yapmalı! (güncelleme @ 10/11/2010)

AKP’si, CHP’si, MHP’siyle; askeri, polisi, hakimiyle,, bir güldürüklü temaşa oynanıp, duruyor memlekette. Cumhuriyet demesi gereken demokrasi, demokrasi demesi gereken cumhuriyet diye tutturuyor. Koyu seküleri kendini laik, yetim hakkı yiyeni kendini Müslüman sanıyor. İyi güzel de.. ..temaşayı iz-leyen halk pek gülüp, eğlenmiyor sanki artık. Ya bu güldürüklü temaşa da ibretli temaşaya dönerse öncekiler gibi? Bu tehlikeye karşı muhtaç olduğumuz kudret, zihinlerimizdeki atıl düşüncelerde mevcut mu? Pek sanmıyorum.

Önceleri sadece Pers (/İran) topraklarında dolaşan, sonra Hıristiyanlık aracılığıyla Anadolu üzerinden tüm batı dünyasını yayılan “kahraman kurtarıcı” figürü, biraz da toplumsal bilinçaltımızdaki “atalar kültü” sayesinde, düşünce dünyamızı istila etmeye başlamış durumda. Bu figür, geçmiş ve gelecek bağımlılıkları üzerinden insanları eylemsizleştirip, edilgenleştiriyor. Aynı zamanda, birbirine karşıt öbeklerin tümleşmesini de engelliyor: Her öbek kendince kurtar(ıl)maya o kadar odaklanıyor ki, insanlar karşıtının iyiliği için onu kurtarmayı deniyor ve bu noktada kaçınılmaz olarak gerginlikler ortaya çıkıyor.

İşte bu yüzden, tarih kitaplarımızı, milli destanlarımızı, mistik masallarımızı; televizyon dizilerimizi, sinema filmlerimizi, gençlik hayallerimizi,, bir an önce “her zaman tek bir kurtarıcı etrafında dönüp, durmaktan” arındırmamız gerek. Nasıl olursa olsun, düşünce topraklarımıza “kimsenin kendisinden başka kimseyi kurtaramayacağı” gerçeğinin tohumunu ekmeliyiz. Fakat bu kimilerinin düşündüğü gibi onun yerine Uzak Doğu’nun “mistik” figürü gibi bir başka figürü ithal etmekle olmaz!

Karagöz-Hacivat (Pişekar, Kavuklu), Çelebi, Matiz, Tuzsuz, Beberuhi, Zenne, Tiryaki, Arnavut, Acem, Rum, Yahudi, Laz, Kayserili, Rumelili, Efe, Zeybek,, ne kadar zengin bir figür dünyamız var(dı) bizim.. Onları güncelleyip, geri getirsek, bizim için yeterli olur mu? Onu da pek sanmıyorum.

Figür dünyasını genişletip, zenginleştirmek, karşıta saygı duyulmasını sağlamak ve kendini ötekileştirmeler üzerinden kurmayı engellemek için gerekli ama yeterli değil. Karşıtla sağlıklı tart-ış-malar için zihinsel/kavramsal hijyene ve mantığa özen göstermek gerekiyor. Bizdeki gibi, insanlar aynı kavramlara farklı an’lamlar yükleyip, tart-ış-maya çalışınca, tart-ış-ma kimseye bir şey katmıyor. Hele de bu an’lamlardan hiçbiri kavramların gerçek an’lamlarından birisi ol(a)mayınca.. ..tart-ış-malar çal-ış-malara dönüyor!

İşte bu yüzden, okullarda çocuklara güzel yazı yazmayı öğretmeden önce onları “ve, veya, ya da” arasındaki farkı gözeterek konuşmaya ve mantık ilişkileri çerçevesinde düşünmeye özendirmeliyiz. Kitaplarda, gazetelerde, filmlerde; camilerde, derneklerde, meydanlarda,, yetişkinlere tart-ış-mayı belletmeden önce, onların zihinlerine “karşısındakini anlamadan kişinin kendisini anlayamayacağı” gerçeğinin tohumlarını serpmeliyiz.

Yoksa.. ..yazık olacak yine bu millete! Atalarımızın işine yaradığı için bize miras bıraktığı, yaşamı kendimizin ve zamanımızın yakın komşuluğunda değerlendirme alışkanlığını sürdüreceğiz: Komşularımızı yakacağız, sürüneceğiz, sürüleceğiz,,

17 Eylül 2010 Cuma

Kuantum Mekaniği: Belitler, Deneyler ve Ötesi










İTÜ Fizik Mühendisliği Lisansütü Öğrencileri tarafından düzenlenen 2010 - İTU Fizik Yaz Çalıştayı'nda lisans öğrencilerine an'lattığım Kuantum Mekaniği: Postülalar, Modern Deneyler ve Bell Eşitsizlikleri başlıklı ders için hazırladığım notlar..

Belitler için notlardakinden daha fazla matematiksel içerik isteyenler bir önceki okulda an'lattığım dersin notlarına bakabilirler: Almaşık Formülleştirmelerle Kuantum Mekaniğinin Belitleri

Küçük yazımın yaratacağı okuma güçlüklerini ilk fırsatta notları bilgisayarda yeniden yazarak gidereceğim. Hem o zaman notlarda yer almayan bağlaç cümleleri de aralara serpiştirebilirim.

26 Ağustos 2010 Perşembe

ŞEYTANIN AVUKATI: HALLAC-I MANSUR

"Ey Allah’ın Peygamberi, sizin de şeytanınız var mı?"
"Evet, ama ben şeytanımı Müslüman ettim."

İblis Vs Şeytan

Maniheizm, Zerdüştilik,, gibi Kadim İran Dinleri ve Hıristiyanlığın etkileriyle halk arasında kötülük meleği şeytan olarak bilinen İblis, aslında dumansız ateşten yaratılmış (Araf 12, Sad 76) bir cindir (Kehf 50). Cinler, meleklerde olmayan öz(ü)gür iradeye sahiptirler. Cenin, cinnet, cennet,, gibi kelimelerle aynı kökten çekimlenen cin kelimesi, “daha görülmemiş, tanınmamış, yabancı” anlamlarına gelir.

Şeytanın kavram uzayı ise Müslümanlıkta İblis’inkinden daha geniştir, şeytan bir sıfattır: Cinlerden, insanlardan, hayvanlardan,, herhangi biri şeytan diye adlandırılabilir. Kelime anlamı “kovulmuş, lanetlenmiş, taşlanmış”tır.

Kur'an'da İblis'in cennetten kovulmasına kadar geçen zamanı anlatan ayetlerde İblis için şeytan kelimesi kullanılmamaktadır. Şeytanlarıyla beraber İblis cennetten kovulduktan sonra, Âdem ve Havva bir şeytanın vesvesesiyle yasak elmanın tadına bakarlar. İblis kovulduğu için zaten cennette değildir ve Kur'an'ın doğrulayıcısı ve tamamlayıcısı olduğu eski ahitte bu şeytanın bir yılan olduğu görülebilir.

Azazil Vs İblis

İblis'in Adem'e secde etmeyişini Hallac-ı Mansur'un TaVaSiN’inden okuyunca taktir edip, inşallah İblis, Mansur'un düşlediği gibi düşünmüştür diye dua etmiştim. Mansur’a göre İblis, cennet halkının "tek"liğe en çok inanan ve tapınan bireyidir: Meleklere öğüt verir ve cennet üzerinde secde edilmedik tek bir nokta bırakmadığı için Azazil diye anılır. Âdem için “Secde et” denildiğinde, o şöyle der:
- “Senden başkasına secde etmem!”

Allah'ın “Lanetim senin üzerine yağsa bile mi?” sorusuna da şöyle cevap verir:
- “Benim için, bu bir ceza değil. Karşı çıkmamla, senin katıksızlığını onaylıyorum. Aklım seni anlamıyor. Âdem'in sana benzerliği nedir ve ben ki İblis'im, senden farkım nedir?”

Bunları söylerken aslında görkem denizine düşer İblis ve kendi içinde O'na çok yaklaştığı için, öz(ü)gür iradesinin varlığını unutur. Ona göre secde etmesi gerçekten gerekli olsa, Allah onun secde etmesini sağlayacaktır. Bu yüzden, cennette melekleri iyiliğe yöneltmek yerine, dünyada insanları kötülüğe yöneltmeyi ister.

Ateş ile toprağın iki zıt varlık olduğunu ve anlaşamayacaklarını düşünür İblis. "Tek"liği bir anlık kavrayamaz ve inancına kibir düşürür. Ona göre kendisine ceza verilmemiştir. Önceden kendi mutluluğu için Allah'a hizmet ederken, artık Allah için Allah'a hizmet edecektir.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

YURT ve DEVLET SEVGİSİ ÜZERİNE

Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi,
kötülük diyarını terk etmenize yetecek kadar?
(Kur’an, Nisa 97)

Etrafı sınırlarla çevrilmiş, ötesinde korku, hatta nefret olan bir sevgi olabilir mi? Yurt ve devlet sevgisi gibi.. Sevgi, sevgiyi doğurur! Seversin, sevdiğinin sevdiğini seversin, sevdiğini seveni seversin, sevdiğini doğuranı ve onunla beraber doğurduklarınızı seversin,, ve bu böyle sürer gider. Sevgi sınır tanımaz, (t)aşar. Peki ya yurt/devlet sevgisi?

Ne demiş eskiler, her şey karşıtıyla birlikte vardır ve her ne ki haddini aşar, karşıtına devrilir. Bir şey gereğinden fazla sevilirse, nefrete dönüşür ona duyulan sevgi. Kişi bunu kabullenmek istemeyince de sevdiğini sandığının dışındakilere yansıtır içine sığmayan o büyük nefretini! Ve korkar, kaçar diğerlerinden: Zira biraz yaklaşıverse, onlardan nefret etmediğini fark edecektir! İşte yurt sevgisi de böyledir genellikle: Hangi toprak parçası bir insanın hayatından daha önemli olabilir ki?

Hoş, günümüzde üzerine beton dökülmeyen bir toprak parçası da pek kalmadı ya. Artık yurt dediğimiz, Devlet denilen devasal hapishanelerin içerisi! Devletlerin birer hapishane olduğu, hep birisinin içinde yaşanıldığı sürece çok kolay anlaşılmıyor tabii ki. Kendisini devirecek korkusuyla bütün çocuklarını yutan Tanrı Kronüs gibi hepsi! Ne yazık ki bu sefer Zeus ve kardeşlerini Devlet Baba’larından kurtaracak bir Toprak Ana yok yeryüzünde. Her yer Devlet Baba’larla kaplı..

Anneyi öldüren bir baba nasıl sevilir ki? Korkarım kötülük diyarı, tüm yeryüzüne yayıldı! Belki bize Allah’ın başka bir yeryüzü gerek..

13 Ağustos 2010 Cuma

FeysBuk

Feysbuk Eleştirisi: Fena fi’l-Feysbuk Hali
11 Ekim 2007, günlerden “Perşembe”

Vira Bismillah :)

Efenim.. Bu grup “Fena fi'l-Feysbuk hali”ne er(iy)enlerin yahut erme riski olanların toplaşması amacıyla uydurulmuştur. Bu hal, Feysbuk dahilinde gidilebilecek en ileri noktada olmayı, kişinin yaşamının Feysbuk yaşantısı içinde erimesini, ifade eder.

Bu halden evvel, sırasıyla geçilmesi gereken dört büyük kapı vardır.

1) Şeriat'ül-Feysbuk: Kişi bu kapıdan geçince, sadece yakın arkadaşlarına istek gönderir veya onlardan gelen istekleri kabul eder.

2) Tarikat'ül-Feysbuk: Kişi bu kapıdan geçince, artık gezinmeye başlar, arkadaşlarının arkadaşlarına bakınır olur.

3) Marifet'ül-Feysbuk: Kişi bu kapıdan geçince, "search" ile tanıdıklarını arar, bulamazsa onlara davet gönderir.

4) Hakikat'ül-Feysbuk: Kişi bu kapıdan geçince, grupları yakından takip eder, hatta grup kurar, yeri geldiğinde profil özelliklerine göre aramalar yapar, gerçek hayatta hiç tanımadığı insanlarla tanışır ve arkadaş olur.

Şimdilik vaktimiz ve yerimiz kısıtlıca olduğu için bu kapıları ve onlardan geçmek için gerekenleri derinlemesine açıklamıyoruz. Ammaa çok yakında, kavram uzayımız tastamam olacaktır ;) Şimdilik uzayımızı gerecek bazları belirlemek kafi..

Ey eren yahut erecek olan kişi! Unutma ki, sen Feysbuk'a bir adım yaklaşırsan, o sana 10 adım yaklaşacaktır!! Tövvvbe tövvvvbeee.. Ağlanacak halimize, gülüyoruz :P


Feysbuk Eleştirisininin Eleştirisi: Dünya İşleri
13 Ağustos 2010, günlerden “Cuma”

Ey Feysbuk er(iy)enleri.. Dünya işlerini dalıp, ihmal ettim sizleri. Affola.

Feysbuk diyarına ilk göç edenler olarak bizler, göçebe doğamızdan kurtulamadık bir türlü: Tam er(iy)ecekken sanal dünyada, uyanıveriyoruz bir anda. Zira sanal dünya ve gerçek dünya iki ayrık diyar bizim için.

İkinci göç dalgasındakiler ve de bizzat bu diyarda doğan bebeler ise hakikat'ül-Feysbuk'u iliklerine kadar içleşleştirmişler. Sanal ve gerçek ayrımı yok onlar için: İkisi hep beraber, hep içiçe oldu onlar için. Bunu anla(ya)mayan biz yaşlılar, kızıyoruz onlara, eleştiriyoruz gençleri. Neymiş? Bilgisayar karşısında tüketiyorlarmış günlerini.. Hadi canım, biz de.. Bize göre sanal bu diyarlar, bize göre yüz yüze görüşmek en doğru iletişim! Ve işte budur çağın gerisinde kalışımızın göstergesi.

Yarın çalışmaktan en yakın arkadaşımızla bile buluşmak için vakit kalmayacak.

Yarın sanal dünyadaki görüntüler hologramla olacak; dokunma, koklama,, bütün duyular uyarılacak.

Sonra devlet denilen hapisanelerin duvarları yıkılacak, dileyen dünyanın diğer ucuna taşınacak.

Sonra uzak gezegenlere götürülecek yaşam, aradaki uzaklıklar ışık yıllarını bulacak.

Bunları yapanlar biz olmayacağız, bunları yapacakları nasıl anlayacağız? Hadi canım biz de, kandırmayalım kendimizi: Dünya demek, “Yakın Olan” demek!

17 Nisan 2010 Cumartesi

İslam Vs Kapitalizm - 2

Mehmet Nuri için..

İnsanlar eskiden adaleti zulme devirmek için ateist oluyorlarmış, artık zulmü adalete evirmek için ateist oluyorlar! Ey Müslüman Kardeşlerim, bu sizi hiç utandırmıyor mu?

Cuntacıların vatandaşlara verdiği haklar, Allah’ın insana verdiği hak ve sorumluluklardan daha mı üstün ki Kur’an ile aydınlanmış vicdanların yerini anayasa ile sınırlanmış insan hakları aldı? Uğur Kaymaz, Engin Ceber, Emrah Gezer, Ceylan Önkol ve Mehmet Nuri Tançoban'ın neden Filistinli çocuklar kadar yaşam hakkı yoktu?


Zenginlerin fakirlere verdiği haklar, Allah’ın insana verdiği hak ve sorumluluklardan daha mı üstün ki Allah’a ve din/adalet gününe imanın yerini Para’ya ve kapitalizmin sürekliliğine iman aldı? Sırtındaki kurşunla 14 yaşında kalan Mehmet Nuri, yaşamak için mazot kaçırıyordu!

Zamanın ruhu aslında sadece eski cahiliye. Öyle de, gel de anlat vicdanı kararmış, imanı yoldan çıkmış ve utanmayı unutmuş Müslüman Kardeşlerime.

İnsan artık eylemek için düşünen, düşünmek için de söyleyen değil! İnsan artık yaşamak için tüketen, tüketmek için de köle gibi çalışan!! Müslümanlar için bile..

İşte tam da bu yüzden, yazık bize!

5 Nisan 2010 Pazartesi

Eğitim-Öğretim Reformu

Oldukça ciddi bir eğitim-öğretim reformu yapılmadan yapılacak hiçbir reform, Türkiye’de büyük bir fark yaratmaz! Çünkü Eğitim-Öğretim Sistemi’nin iyi çalışmadığı bir ülkede bırakın kötü çalışan sistemleri düzeltmeyi, iyi çalışan sistemlerin iyi çalışmaya devam etmesini bile sağlayamazsınız. Reformların bu kadar çok konuşulduğu bir zamanda, kimsenin bunu önemsememesi oldukça garip.

Öğretmenler için Eğitim-Öğretim Reformu

Türkiye’deki mevcut Eğitim-Öğretim Sistemi başta kendi çalışanlarını, öğretmenleri, mağdur ediyor. Hem de öğretmen olmak için üniversiteye giriş sınavına çalışmaya başladıkları andan, kendi öğrencileri üniversiteden mezun olana kadar, her aşamada!

Başka hiçbir meslek lisesine benzeri tanınmayan ayrıcalıklı bir ek puan sistemi var Öğretmen Liseleri’nin. Bu liselere öğrenci alınırken öğretmenliğe uygunluk şartı aranmadığı için, aslında öğretmen olmada fırsat eşitliği ortadan kalkıyor. Öğretmenliğe uygun olmayan, hatta öğretmen olmayı hiç istemeyen birçok öğretmen lisesi mezununun üniversiteye giriş sınavında aldığı puan, öğretmenlik tercih ettiklerinde yükseltiliyor. Öğretmenliğe oldukça uygun olan, öğretmen olmayı da çok isteyen, fakat öğretmen lisesi çıkışlı olmayan öğrenciler sınavda onlardan daha başarılı da olsa, Eğitim Fakülteleri’ne bu yüzden giremiyor. Böylece ek puan sistemi ile eğitim fakültelerindeki öğrenci kalitesi beklenenin aksine, düşüyor!

Eğitim Fakülteleri’ndeki kalite eksikliği tabii ki sadece öğrencilere mahsus değil. İstekli bir öğretmen adayı çevresinin kalitesizliği yüzünden motivasyonun törpülenmesini engelleyebilse bile, eğitim felsefesi, eğitim bilimleri ve eğitim-öğretim teknolojileri konusunda yetkinleşme imkanını genellikle bulamıyor. Çünkü fakültelerin onlardan beklediği çoğunlukla çocuklara öğrenmeyi öğretmeleri değil, çocukları devlete kayıtsız, şartsız teslim olacak şekilde eğitmeleri oluyor! Öğrenci ister üstün yetenekli olsun, isterse zeka geriliğine sahip olsun; öğrencinin öğrenme tarzı ister görsel, ister işitsel, isterse kinestatik olsun; öğretmen adayları bütün öğrencileri tek-tipleştirebilecek şekilde donatılıyor.

Eğitim Fakülteleri’nden istekli ve yetkin bir şekilde mezun olabilen, tabii bu arada Öğretmen Liseleri ve Eğitim Fakültelerini mesken edinmiş siyasi ve ideolojik yapılanmalardan da kendini koruyabilen öğretmenlere devlet iş vermeden önce, onlardan biraz daha para kazanmak istiyor: Öğretmenler aslında kendilerini aptal bir çocuk yerine koyan KPSS adlı sınava girmek zorunda bırakılıyor (bakınız: Eğitim ve İdeoloji - I). Tabii bu sayede sadece devlet değil, öğretmenleri KPSS’ye hazırlayan özel dershaneler de para kazanıyor.

KPSS’ye iyi hazırlanmak hem zaman, hem maddi gelir, hem de emek gerektiren bir süreç. Bir şekilde bu gereklerin hepsini sağlamış ve KPSS’den oldukça yüksek bir puan almış, bu arada da istek ve yetkinliğini koruyabilmiş bir öğretmen yeterli sayıda kadro açılmadığı için genellikle açıkta kalabiliyor. Yeterli kadro açılmıyor, çünkü devlet kadrolu öğretmenlerin yerine, ücretli öğretmenlik adı altında ve oldukça kötü şartlarda, sayısını ısrarla açıklamadığı kadar (!) öğretmen çalıştırıyor. Tabii bu sayede yine sadece devlet değil, öğretmenleri benzer şartlarda çalıştıran özel dershaneler de para kazanıyor.

Öğretmen olmak için üniversiteye giriş sınavına çalışmaya başladıkları andan, kendi öğrencileri üniversiteden mezun olana kadar, her aşamada öğretmenlerin bir cebinde devletin, diğerinde ise özel dershanelerin eli oluyor. Bu eller görüldüğü gibi sadece ceplerde de kalmıyor: Öğretmenlerde istek, yetkinlik,, ne varsa, bu eller ile boğuluyor!

Bu bağlamda, Türkiye’de bir reform yapılacaksa önce eğitim-öğretim reformu yapılmalı. İlk olarak ücretli öğretmenlik kaldırılmalı ve özel dershaneler kapatılmayacaksa, bu kurumların öğretmenleri çalıştırma koşulları devlet eliyle sınırlandırılmalı. KPSS gibi bir sınav zorunluluğundan vazgeçilmeyecekse, öğretmenlerden bu sınava giriş ücreti alınmamalı ve Eğitim Fakülteleri’nin müfredatına zorunlu KPSS’ye hazırlık dersi konulmalı. Eğitim Fakülteleri, öğretmen adaylarına öğrencilere öğrenmeyi öğretecek donanımı sağlayacak şekilde, mevcut bilgi birikimiyle yeniden yapılandırılmalı. Öğretmen Liseleri ve Eğitim Fakülteleri’ne öğrenci alınımına öğretmenliğe uygunluk şartı eklenmeli. Aksi taktirde Öğretmen Liseleri’ne tanınan ayrıcalıklı ek puan sistemi kaldırılmalı.

Öğrenciler ve Aileleri için Eğitim-Öğretim Reformu

Mevcut sınav sistemleri öğrencilerin zihnini hastalandırırken, bu sınavlarda başarılı olmak için neredeyse zorunlu hale getirilen özel dershaneler de öğrencilerin ailelerini soyuyor.

Düşünmeden bir şeyler öğrenmek, ilintilikleri görmeden de düşünmek mümkün değildir. Bu bağlamda, müfredatlarda yer alan konuların hepsi birbiriyle oldukça ilintili, öyle olmasaydı bilim bir bütün olamazdı zaten. Fakat bu konular aralarında hiçbir ilinti yokmuş gibi anlatılıyor öğrencilere. Bu da öğrencilerin anlatılanları öğrenmesini engelleyip, ezberlemesine sebep oluyor. Öğrencilerin böylece düşünmemeye alıştırılması da yanında cabası.. Yediği yiyecekleri sindirmesi engellenen bir mide gibi oluyor çocukların beyinleri..

Test tekniği üzerine yeniden yapılandırılan mevcut sınav sistemi de düşünmeme ve ezberleme alışkanlığını iyice pekiştiriyor. Yediklerini sindiremeyen bir mide kusturulduğunda ne kadar rahatlarsa, testler de öğrencilerin beyinlerini ilkin o kadar rahatlatıyor. Tabii yediklerini sindirmeden sürekli kusan bir mide insanı ne kadar hasta yaparsa, ezberlediği bilgileri girdiği testlerde kullanıp, bir daha asla kullanmayan beyinleri de öğrencilerin zihinlerini o kadar hasta yapıyor. Böylece Eğitim-Öğretim Sistemi düşünen bir toplum için değil, düşünemeyen bir toplum için bireyler yetiştirir oluyor.

Çocuğunun iyi bir eğitim-öğretim görmesi için devlete her harcamasında vergi veren aileler, sadece çocuklarının zihninin hastalanmasıyla kalmıyor, bir de özel dershanelerin eline düşüyor. Annesinin dershane ücretini ödeyemediği için hapse girmesini gururuna yediremeyip, intihar eden Samet bile reform tartışmalarını bu konuya çekemedi, ne yazık.

Devlet okulları devletin yaptığı test sınavları için o kadar yetersiz ki artık öğrenciler okulla beraber dershaneye başlıyor neredeyse. Çünkü dershaneler bilgileri kolay kolay sindirilemeyecek bir şekle sokmayı devlet okullarından daha iyi biliyor ve öğrencileri mümkün olduğunca çok kusturuyor. Tabii arada hastalanmayı geciktirmek için çocuklara ilaç da veriyor. Dershaneler böylece öğrenciler için o kadar zorunlu hale geliyorlar ki son sınıf öğrencilerine okul öğretmenleri yıllardır nerdeyse hiç ders anlatmıyor ve öğrencilerin hafta içleri de dershanelerindeki programlara katılmasını sağlıyor.

Madem dershaneye gitmeden öğrenciler başarılı olamıyor, öyleyse çocuklar yıllarca neden devlet okullarına gidip, vaktini boş yere harcıyor? Okula gitmek zorunlu olmasa da, en azından öğrenciler çalışmaya daha çok vakit bulsa, aileler de devlete verilen eğitim-öğretim vergileri ile dershanelerin oldukça yüksek olan ücretlerinin bir kısmını karşılasa.. Ne saçmalık, değil mi? Düşünsenize asgari ücretle çalışan ve çocuklarını dershaneye göndermek zorunda olan bir veliyi?

Bu bağlamda, Türkiye’de bir reform yapılacaksa önce eğitim-öğretim reformu yapılmalı. İlk olarak düşündürtmeyici ve ezberletici müfredatlar, düşündürücü ve öğretici hale getirilmeli. Sınav sistemleri de bunu pekiştirecek şekilde yeniden yapılandırılmalı. Eğer bu değişiklikler kısa sürede ya da mevcut kadroyla gerçekleştirilemiyorsa, devlet okulları bir süre için tamamen kapatılmalı ve bütün kadrolar bu değişiklik için kullanılmalı. Sadece dershaneye gitmek öğrencileri ve ailelerini de rahatlatacaktır. Okulları kapatmak mümkün olmayacaksa da dershaneler bir şekilde devlete bağlanmalı ve değişiklikler için onların kadrolarından yararlanılmalı. Bu da mümkün değilse, öğrencilerin dershane ücretlerini devlet kendisi karşılamalı.

Son olarak da, eğitimde anadil meselesi var. Fakat bu mesele başlı başına başka bir yazıya konu olmalı..


8 Şubat 2010 Pazartesi

Kuantum Sömürme - Sıçrayıverdi Çekirge


"Kuantum düşünme" diye bir tamlama oluşturup, içini deli saçmalıklarıyla dolduran çekirge grupları, sonunda Türkiye'de de oluşmaya başladı. Kitaplar yazan, televizyonlar açan ve merkezler kuran bu grupların iddialarına bakıldığında, düşünme eylemini maddeyi etkileyen ama maddeden bağımsız, yani fizik-ötesi (/metafiziksel) bir olgu olarak ele aldıkları anlaşılıyor. Fizik-ötesi olarak gördüklerini, kuantum fiziğiyle tamlamaları ne büyük bir çelişkidir, değil mi?

Diyelim ki çelişkilerini giderdiler, düşünme eylemini fiziksel bir olgu olarak kabul ettiler.. Ve diyelim ki düşünme sırasında kuantum mekaniksel bir şeyler gerçekten de oluyor..

Bir gözlem, gözleneni etkiler, evet. Fakat bu etki, gelişigüzel bir etkidir! Gözlenen, gözlem sonrası olası durumlardan birinde bulunur ve onun hangi durumda bulunacağını belirleyen herhangi bir işlerge yoktur. Oysa, bu çekirgeler kuantum düşünme ile hayatımızın efendisi olup, geleceğimizi belirlemeyi öğretmekten bahsediyor bize!! Heyy, hak..

Önce biraz kuantum fiziği öğrenmesi gereken bu çekirgelerin yaptığına kuantum düşünme değil, kuantum sömürme derler! Binbir soytarılıkla halkı dolandıran bu kuantum çekirgeleri, diğer tüm çekirgeler gibi bir SIÇRAR, iki SIÇRAR, üçüncü de..

Üçüncüye kadar tarlalarını çekirge sürüsünün istilasından korumak isteyenlere, yer-den-iz köşesinde biriktirmeyi denediğim kuantum yazıları benden küçük birkaç hediye olsun. Umarım işlerine yarar..

- Kuantum Mekaniğinin Belitleri

- Fizik-Bilim III - Varlık Nedir?

- Zaman 3

- Kuantum Bilişi - Kübit Işınlama

- Kuantum Bilişi - Dolaşıklık Takası

- Kuantum Bilişi - Yoğun Kodlama

- Fizik-Bilim II - Bilinç Nedir?

- Fizik-Bilim I - Yaşam Nedir?

- Quantum Algorithms and Genetic Code

7 Şubat 2010 Pazar

(!)


Ergenekon’un Avukatı (!), eğlenceli (!) bulduğu Cübbeli Hoca’sına saygıda kusur etmiyor, sol (!) partisinin demokrat (!) üyeleri de Türk-Kürt sorununda belki de sorunu başlatan “Dersim Harekatını” örnek almayı öneriyorsa..


Milliyetçi/Ülkücü İrade’nin (!) matematikçi (!) önderi, başörtüsü sorununda Kemalist (!) tarafta yer alıp, sekülerizme sahip çıkıyor ve sabırlarının (!) bir sonu olduğunu hatırlatıyorsa..

Koca-Efendi’lerin (!), Karun-Kahya’ların (!),, dizlerinin dibinden (!) omuzlarının üstüne yükselen Ak Parti, Millet Meclisi’nde demokrasinin tek savunucusu oluyor, dindar (!) üyeleri de tüyü bitmemiş yetimin hakkını tanıdıklarından başka kimseye yedirmiyorsa..

İlericiliği (!) kendisinden başka kimseye bırakmak istemeyen Kutlu Kurumumuz, bizi harici düşmanlarımızdan (!) korumak için müzelerde gayri-Müslim çocuklara kafes (!) kurmayı, camileri de içlerindeki Müslümanların üstüne balyoz (!) ile yıkmayı düşünüyorsa..

Güvenlik Güçlerimiz, Kürtçe şarkı söyleyen Emrah Gezer’leri kurşunluyor (!) ama İpekçi’leri öldüren Ağca’ların günlerce (!) ifadesini almıyor, evini aramıyor ve evraklarını ortadan kaldırıyorsa..

Hakimlerimiz Ata’ya Mıstık diyen çocukları hapse atıyor (!) ama gazete satan Engin Çeber’leri gözaltında işkenceyle öldürenlerin can ve mal güvenliğini (!) sağlamak adına yaşama standartlarını yükseltiyorsa..

..ve biz de bunları yadırgamadan yaşamaya devam ediyorsak..

..Yazık bize Türkiye!!

Kuantum Mekaniğinin Belitleri

İTÜ Fizik Mühendisliği Lisansütü Öğrencileri tarafından düzenlenen 2010 - İTU Fizik Kış Çalıştayı'nda lisans öğrencilerine an'lattığım Almaşık Formülleştirmelerle Kuantum Mekaniğinin Belitleri ("Postulates of Quantum Mechanics with Alternative Formalizations") başlıklı ders için hazırladığım notlar..

Notları baştan sona an'lamak için sadece Doğrusal (/Lineer) Cebir bilmek yeterli. Belitleri an'lamakla yetinmek isteyenlerin ise vektör ve matris gibi birkaç matematiksel nesneyi tanıması gerekiyor.

Küçük yazımın yaratacağı okuma güçlüklerini ilk fırsatta notları bilgisayarda yeniden yazarak gidereceğim. Hem o zaman notlarda yer almayan bağlaç cümleleri de aralara serpiştirebilirim.













18 Ocak 2010 Pazartesi

Mutlak Tanrısal

Bir eylem, bir söylem, bir düşünce ya da bir duygunun mutlak tanrısal olup, olmadığı nasıl an’laşılabilir?

Bir kişi kendisini Tanrı’nın gönderdiğini ve görevlendirdiğini söylüyor olsun.

Bu kişi babasız doğuyor, doğar doğmaz konuşuyor ve büyüyünce yaralıları iyileştirip, ölüleri diriltiyor olabilir.

Suyun üstünden, duvarların içinden yürüyebilir.

Geçmişin gizlerini, geleceğin gizemlerini açığa çıkartabilir.

Bilinç altlarına nüfuz edip, duyguları ve rüyaları şekillendirecek kadar şairane; bilinçleri kuşatıp, düşünceleri ve eylemleri yönlendirecek kadar makul sözler okuyabilir.

Hatta hayvanlar onun etrafında tavaf ederken, rüzgar onun sesini fısıldayabilir.

Peki biz, bir insan tarafından yapılamayacak kadar olağan üstü şeyler yapabildiği için ona inanabilir miyiz?

Teknolojideki ilerlememiz sayesinde günlük hayatta yaptığımız birçok şey, geçmişin sakinleri için yukarıdakilerden farklı değildi.

Bugün kısırlara çocuk yaptırabiliyor, dilsizleri konuşturabiliyor, sakatlara yeni uzuvlar verebiliyor, ölümcül hastalıkları iyileştirebiliyoruz.

Denizleri, dağları ve yolları çok hızlı aşabiliyor, bir günde dünyayı dolaşabiliyoruz.

Mesafe tanımaksızın birbirimizle sesli ve görüntülü haberleşebiliyor, dünyanın bilgi birikimine istediğimiz anda internetten ulaşabiliyoruz.

Beyinlerine bağladığımız elektrodlarla, denek insanlara tarifi imkansız duygular yaşatabiliyor, onların hatırlayamadıklarının izlerini bile beyinlerinde görebiliyoruz.

Laboratuarlarda hayvanları kopyalayabiliyor, fabrikalarda bakterileri çalıştırabiliyoruz.

Toprağın, suyun ve rüzgarın enerjisini ele geçirip, istediğimiz yerde harcayabiliyoruz.

Yüzlerce yıl önce yaşamış biri için bu eylemler bir insan tarafından yapılamayacak kadar olağan üstü değil miydi? Öyleyse, daha ileri ya da daha farklı bir teknoloji ile belki bize bir insan tarafından yapılamayacak kadar olağan üstü görünen şeyler de yapılabilir.

Bu bağlamda, bir eylemin, bir söylemin, bir düşüncenin veya bir duygunun mutlak tanrısal olup, olmadığını gösteren şey, onun olağan üstülüğü olmamalı. Peki, olağan üstülük değilse, hangi özellik mutak tanrısallık işareti olabilir?

Aslında bir şey mutlak tanrısalsa, onun mutlak tanrısal olduğunu göstermek mümkün olmayabilir. Fakat mutlak tanrısal değilse, özgür irade öz iradede erimemişse, nefs iddiasında haddini aşıyorsa,, bu çok kolay an’laşılabilir!

Bir eylem, zalimleri yerinden etmiyor, zulmü ortadan kaldırmıyor, hatta bazı insan ve nesneleri putlaştırıp, insanlar arasında yeni efendi-köle ilişkileri kuruyorsa..

Bir söylem, herkes için insanca yaşamın mümkün olduğu öz-ü-gür ve adil bir düzen istemini içermiyor, hatta haksızlık, adaletsizlik ve zulmü destekliyorsa..

Bir düşünce, zihinlerdeki putları kırmıyor, hatta düşünceleri kalıplara sokup, aşılmaz duvarların arkasına zincirliyorsa..

Bir duygu, haksızlık, adaletsizlik ve zulüm karşısında vicdanları aydınlatıp, ayağa kaldırmıyor, hatta karartıp, öldürüyorsa..

..ne kadar olağan üstü olursa olsun, mutlak tanrısal değildir!!

İşte bu yüzden, zalimleri yerinden ettiği için Muhammed Peygamber’e, zulme karşı çıktığı için Kur’an-ı Kerim’a, putları kırdığı için Hanif Din Tevhid Dini’ne ve vicdanımı aydınlattığı için O’nun bana hissettirdiklerine güveniyorum.

İşte bu yüzden, Müslüman deyince ilk aklıma İbrahim Peygamber, Firavun’un Karısı, Lao Tse, Buda, Musa Peygamber, İsa Peygamber, Muhammed Peygamber, Ali, Ömer, Ebu Bekir, Ebu Zerr, Şeyh Bedrettin, Hallac-ı Mansur, Hacı Bektaş, Yunus Emre, Ömer Hayyam, Karl Marx, Errico Malatesta, Pierre-Joseph Proudhon, Mikhail Bakunin, Ali Şeriati, Ursula LeGuin gibi isimler geliyor. Bir kısmı kendine Müslüman demese de..

İşte bu yüzden, Münafık ve Müşrik deyince ilk aklıma Brahmanlar, Firavunlar, Karunlar, Bel’amlar, Ferisiler, Ebu Cehiller, Ebu Lehebler, Muaviyeler, Yezidler, Karun Kahyalar, Koca Efendiler geliyor. Çoğu kendine Müslüman dese de..

iZ-LeYiCiLeR