15 Aralık 2009 Salı

Temel Hak ve Özgürlük İsteminde Samimi Olmak

Türkiye Cumhuriyeti, yeryüzündeki diğer birçok devlet gibi aslında sadece bir ez(il)enler ülkesi. Bu ülke topraklarında Türk, Kürt; Sünni, Alevi; Muhafazakar [1], Devrimci,, herkes Efendiler [2] tarafından eziliyor. Ezilen her topluluk diğerlerinin hakkını kendi hakkıyla beraber savunmadığı sürece de bu bozuk düzen değişecekmiş gibi görünmüyor. Zira ezilmemek için güçlü olmak, güçlü olmak için de temel hak ve özgürlük isteminde samimi olmak gerekiyor.


* * *

Düne kadar Millet Meclisi’nde dört büyük parti vardı. DTP sadece Kürtlerin hakkını savunduğu için Meclis’te sokakta olduğu kadar güçlenemedi. Türklerin, Muhafazakarların ve Sünni Müslümanların hakkını savunan MHP ile öncelikle muhafazakarların, ardından da Türklerin ve Alevi Müslümanların hakkını savunan CHP, Meclis’te hem DTP’den daha güçlüydü, hem de DTP’ye karşı sert bir tavır takınmıştı.

Aynı DTP gibi hem kapatılması sık sık gündeme gelen, hem de CHP-MHP ittifakının hedefinde bulunan AKP ise şimdilik siyaset oyununu en iyi anlamış parti gibi: Öncelikle Sünni Müslümanların, ardından da Türklerin, Kürtlerin ve Devrimcilerin hakkını savunduğu için Meclis’te oldukça güçlü. Bunun yanı sıra, Alevi Müslümanların ve gayri-Müslimlerin de haklarını savunmak istiyor gibi. Sadece Sünni Müslümanların hakkını savunan FP de öncülleri gibi yeterince güçlenemeyip, kapatıldıktan sonra AKP’nin kurucuları daha fazla güçlenmek için diğerlerinin de hakkını savunmak gerektiğini anlamış olmalı.

DTP Kürt haklarını savunma konusunda AKP ile an’laşamayınca, CHP-MHP ittifakı karşısında oldukça zayıfladı ve sonunda kapatıldı.

* * *

AKP’nin kurucularının anladığını MHP’nin kurucuları da çok iyi anlamıştı. CKMP [3] Türk-İslam ülkücüsü MHP’ye dönüştürülmeden önce sadece Türklerin hakkını savunan ve özellikle gençler arasında hızla büyüyen Turancı/Atsızcı bir hareket [4] vardı Türkiye’de. Bu hareket kendisini Devlet’in kurucu felsefisinin halka inip, eyleme dönüşmesi olarak tanımlasa da, ne partileşebildi, ne de kendisine uygun bir parti bulabildi. Zamanında MHP’lileri dönek olarak gören Atsızcıların oldukça büyük bir bölümü zamanla MHP seçmeni içinde asimile oldu. Bugün CHP tek parti dönemindeki çizgisine geri dönmeye başladığı için destekleyebilecekleri bir parti var ama artık sayıları yok denecek kadar az.

Şimdi kapatılan DTP’nin üyelerinin önünde iki seçenek var. Birinci seçenek AKP örneğinde olduğu gibi diğerlerinin de hakkını savunacak ve böylece daha güçlü olacak bir parti kurmak. İkinci seçenekse Atsızcılar örneğinde olduğu gibi yeterince güçlü olunamayacağı için partileşmekten kaçıp, seçmenlerinin AKP seçmeni arasında asimile olmasına sebep olmak.

* * *

Türkiye Cumhuriyeti, yeryüzündeki diğer birçok devlet gibi aslında sadece bir ez(il)enler ülkesi. Bu ülke topraklarında Türk, Kürt; Sünni, Alevi; Muhafazakar [1], Devrimci,, herkes Efendiler [2] tarafından eziliyor. Ezilen her topluluk diğerlerinin hakkını kendi hakkıyla beraber savunmadığı sürece de bu bozuk düzen değişecekmiş gibi görünmüyor. Zira ezilmemek için güçlü olmak, güçlü olmak için de temel hak ve özgürlük isteminde samimi olmak gerekiyor.


Notlar

1) Ezilen muhafazakarlarla ezen muhafazakarları birbirine karıştırmamak gerekiyor. Asgari ücretle çalışan, seçimlerde CHP’yi veya MHP’yi destekleyen ve öldürülme tehlikesine rağmen çocuğunu askere gönderen bir annenin muhafaza etmek istediği şey ile işçiler fakirleşirken, seçimler yapılırken ve askerler öldürülürken zenginliğine zenginlik katan bir Efendi’nin muhafaza etmek istediği şey aslında bir değil. Bazı açılardan birmiş gibi görünse de.. Fakat muhafazakar kelimesi yazı boyunca “mevcut sistemi koruma eğiliminde olan” anlamında olacak ve bu anlam her iki grubu da kapsayacak.

2) bakınız: Köleliğin Erdemi

3) Cumhuriyetçi, Köylü, Millet Partisi

4) Nihal Atsız önderliğindeki bu hareket Atsızcılar olarak da bilinir.

2 Aralık 2009 Çarşamba

Köleliğin Erdemi: Eğitilmek ve Çalıştırılmak

“Sırasıyla aile tarafından evde, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okulda, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduda eğitilmek; ardından da Devlet veya özel işletmeler tarafından kamu alanlarında veya özel sektörde çalıştırılmak..” Bugün Türkiye’de çoğunluğun yaşantısının oldukça büyük bir kısmı, bireyin sadece belirtisiz bir nesne olarak eklenebileceği bu cümleyle özetlenebilir. Özneler değişken yapılırsa, cümle aslında tüm Dünya için geçerlidir. Fakat bu cümledeki kelimeler ve bu kelimelerin kavram uzayları pek ilgi çekmez. Oysa bu anahtar kelimelerin yüklendikleri anlamlar insan yaşamının anlamını baştan sona değiştirebilir.

Eğit[mek (éğit-) kelimesine “bireyi istenilen bir şekilde terbiye [1] etmek” ve “bireyi bir konuda yetiştirmek” anlamları 1930’lu yıllarda Dil Devrimi ile yüklenmiştir. Orhun ve Yenisey Yazıtları’nda bu kelimenin anlamı “hayvan veya köle beslemek, yetiştirmek ve terbiye [1] etmek”tir. Altun Yaruk [2], Divan-ı Lügat-ı Türk ve Kutadgu Bilig gibi eserlerde de kelime bu anlamıyla kullanılmaktadır. Hatta bu kaynaklarda “besleme, ehil hayvan veya hizmetçi” veya “hadım edilmiş köle veya hayvan” anlamlarıyla kullanılan iğdiş (égdiş) kelimesi eğit- kökünden türetilmiştir.

Çalış[mak kelimesinin “işi veya görevi olmak” şeklindeki modern anlamı da çok eski değildir. Divan-ı Lügat-ı Türk ve Kutadgu Bilig gibi eserlerde kelimenin anlamı “vuruşmak, çarpışmak, güreşmek”tir. Eski Uygurca kaynaklarda çal[mak [3] kelimesinin anlamı “çarpmak, vurmak, kakmak, ayakla vurmak, bıçak vurmak, çamur veya boya vurmak” olduğu için çalış- kökünün çal- kökünün işteşi olduğu düşünülebilir.

Demek ki çoğunluğun yaşantısını özetleyen, o yukarıdaki cümleyi 1000 yıl önce yaşamış bir Türk duysaydı, doğal olarak şu soruları sorabilirdi: “İnsanların çoğu köle mi ki eğitiliyor? Diyelim ki öyle.. ..peki neden dövüştürülüyorlar? Hem kim bunların efendileri? İnsanları köleler ve hayvanlar gibi önce eğitip, sonra da dövüştürüyor, izleyenlerden de para mı topluyorlar?”

1000 yıl öncesinin anlamlarıyla sorulabilen bu sorular aslında bugünün anlamlarıyla da sorulması gereken sorulardır. Doğal olarak sorulmuyor oluşlarının tek sebebi ise geçen 1000 yıl içinde kavramların ve içlerini doldurdukları zihinlerin oldukça bulanıklaşmış olmasıdır.

18. yüzyıla kadar efendiler kendilerini öne çıkartırken iktidarı tahakküme dönüştürmüş ve bireyin oluşmasını engellemiştir. Modern Devlet’in doğuşuyla Efendiler karanlıklara çekilirken, Biyo-İktidar [4] bedenleri denetimli bir şekilde kapitalizmin üretim araçlarına dahil edebilmek için herkesi bireyselleştirir. Bunun için de evlerde, okullarda ve ordularda zihinleri köleleştirir! Buraların yeterli olmadığı durumlarda da tımarhaneleri ve hapishaneleri kullanır.. Böylece çağdaş kölelerin bedenleri değil, beyinleri kısırlaştırılmış, yani iğdiş edilmiş, eğitilmiş olur. Kölelik de fiziksel bir kavram uzayından zihinsel bir kavram uzayına göçer, bu sayede eskisi kadar fazla dikkat çekmez.

Eğitilmiş, yani köleleştirilmiş zihinleri fabrikalarda, bürolarda, devlet dairelerinde çalıştırıp, zenginliğine zenginlik katan Efendiler aslında içinde bulunduğumuz parasal sistemi denetim altında tutan insanlardır. Efendiler önce Devlet’i, sonra da Devlet aracılığıyla halkı kendilerine borçlandırır. Devlet’ın bastığı, yani onlardan borç olarak aldığı para piyasadaki toplam parayı oluşturur. Devlet borcunu faiziyle geri ödemelidir ama bu ödeme için gereken para piyasada mevcut değildir. Bunun için Efendiler'den daha fazla borç alınır. Ardı sıra enflasyon ve vergiler artar. Kölelerin çalışarak elde edebildiği ortalama gelir, ancak temel ihtiyaçları karşılayabilecek kadar azalır. Hayatta kalmak için iyi çalışmak, yani bu vuruşmada, bu çarpışmada, bu dövüşte yere düşmemek gerekir. Zira çalışma sırasında ayakta kalanlar yere düşenlerden çaldıklarıyla (!) durumlarını biraz düzeltirken, yere düşenler temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelir. Fakat bu parasal sistemde toplum zamanla daha fazla borçlandığı için yere düşen birileri hep olmalıdır. Bir anlamda, uzun süre ayakta kalmak mümkün değildir.

İşte bu yüzden, 1000 yıl öncesinin anlamlarıyla sorulabilen o sorular aslında bugünün anlamlarıyla da sorulması gereken sorulardır.

Zihinlerin çoğu neden köle olarak eğitiliyor? Eğitim öz-ü-gürleştirilse, bedenler değil de zihinler üretse daha iyi bir üretim olmaz mı? İlkel ataları ağır fabrika işçilerinin yerini almış olan makinelerden tonlarca ağırlığı kaldırabilenleri işçilerin, nano-malzemeleri işleyebilenleri ise cerrahların yerini neden almasın? İlkel bilgisayarlar hesaplayıcıların [5] mesleklerini ellerinden almışken, artık insan beyninin yapamayacağı hesaplamaları yapabilen yapay zekalar hekimlerin, hakimlerin ve hakemlerin,, mesleklerini ellerinden neden almasın? Efendiler'in bedenleri denetimli bir şekilde üretim araçlarına dahil etmek isteyişi daha iyi bir üretim hedeflediklerinden değil mi yoksa?

Problem çözmek için yetiştirilen bilimciler, neden toplumsal problemlere de kafa yormasın? Bilimsel problemleri verdikleri araştırma fonlarıyla belirleyen Efendiler toplumsal problemlerin çözülmesini hiç istemiyor mu? Neden hala toplumların kaderini (siyaset) bilimciler değil de siyasetçiler belirliyor?

Peki insanlar çal(p)ışma alanlarında neden dövüştürülüyor? Dünyada herkese yetecek kadar besin ve almaşık (/alternatif) enerji kaynağı yok mu?

Kim bu Efendiler? Onlar da insan değil mi? Sahi, eğit(il)me ve çal(ış)ma eylemleri üzerine kurgulanan bu parasal sisteme niçin ihtiyacımız var? Bir avuç insanı Efendi, diğerlerini ise köle yapan Biyo-İktidar'ın sürekliliğini sağlamak için mi?

Goethe ne güzel söylemiş: “Özgür olmadıkları halde kendilerini özgür sananlar kadar kimse tutsak olamaz”. En büyük erdemimiz köleliğimiz bizim!

[6]

Notlar

1) Terbiye kelimesi Arapçadan anlamı değiştirilmeden alınmıştır. Bu kelime de “usta, efendi, sahip, ulu kişi, tanrı” gibi anlamlara gelen rabb kelimesiyle (çoğulu erbab) aynı kökten çekimlenir ve “rabblık etme” anlamına gelir..

2) Eski Uygurca kaynaklardan birisi.
3) Çak-, çal-, çap-/çarp-, çat- köklerinin her biri çağ-/çaw- kelimesinden türemiştir, “çat sesi çıkarmak, çarpmak, vurmak” anlamına gelir ve paralel anlam genişlemelerine sahiptir. Örneğin çak- kökü pekiştirme ve sertlik bildiren –k ekiyle türetilmiştir. Çalp- kelimesi ise çal- kelimesinden işlevi henüz bilinmeyen –p ekiyle türeyip, çarp- kelimesine dönüşmüştür.

4) Foucault’un Biyo-İktidar çözümlemesi için bakınız: Yönetişim

5) Bugün bilgisayarlar için kullanılan computer kelimesi 17. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar işi hesaplama olan bir meslek için kullanılıyordu.

6) Roma'da gemide çalıştırılan kölelere sunulan iş seçenekleri: Geminin sğında ya da solunda kürek çekmek.

Kaynaklar

1) Sözlerin Soyağacı: Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü – Sevan Nişanyan

2) Genel Türkçe Sözlük - TDK

iZ-LeYiCiLeR